18 Eylül 2020 Cuma
Merhaba dostlar.
Koronavirüs sürecinin devam ettiği bu günlerde, yavaştan sıkılmaya, yeni şeyler aramaya başladığımız bir dönemdeyiz.
Diğer yandan da “normalleşme” adı altında, aslında pek de özlenmeyen, kutuplaştırıcı, sataşmacı politik söylemlere de rastlamaya başladık. Korona öncesi yapılan kutuplaştırmalar elbette bizim normalimiz değildir.
Hatta belli bir süre, anlamsız bir şekilde darbe polemikleri gündemimizi meşgul etti.
Biz de bu süreçte birlikte birkaç şey okuyalım, bilgi edinelim dedik ve Deniz Baykal’ın Kenan Evren’e yazmış olduğu mektup ilişti gözümüze.
*
İnternetten arandığı zaman da mektubun ana hatlarına ulaşmanız mümkün. Ancak tam metnine ulaşabilmek için biraz daha çaba sarf etmeniz gerekiyor.
Ben mektubun tam metnini Onur Öymen’in “Bir Propaganda Silahı Olarak Basın” isimli kitabından okudum.
Kitabı da ayrıca şiddetle öneririm.
Mektubun tarihi 12 Ağustos 1983.
Yani, 1980 öncesi parti liderlerinin ve önde gelenlerinin Zincirbozan’da “misafir edilme” dönemleri.
Çünkü o dönemde 80 öncesi liderlerin yeni parti kurmaları veya etkilemeleri kesinlikle istenmiyordu.
Zincirbozan’da hukuksuzca tutulan politikacıların serbest bırakılmaları gündeme geldiğinde, onlara bir belge imzalatılmak istenmişti.
Belgede de, özgürlüklerinden yoksun kalmalarından ve orada gördükleri muamelelerden şikayetçi olmadıkları yazıyordu.
Ancak başta Baykal olmak üzere CHP’liler bu belgeyi imzalamayı reddettiler.
Baykal “Siz bizi buraya bizim irademizle mi getirdiniz ki, buradan çıkmamıza izin vermek için belge imzalatıyorsunuz” diyordu.
Sonuç olarak belge yırtıldı, politikacılar şartsız serbest bırakıldı.
İşte bu süreçlerin ardından Deniz Baykal, dönemin Milli Güvenlik Komitesi Başkanı Kenan Evren’e bir mektup yazmıştır.
Mektupta bazı teknik tespitlerin yanı sıra, hukuk devletini ve siyasi tarihimizi daha iyi anlamamızı sağlayacak cümleler de vardır.
Mektubun tamamı, burada aktarabilmek için fazlaca uzundur.
O nedenle mektubun bazı bölümlerini aşağıda aynen aktaracağız.
*
“MGK’nın 79 sayılı bu kararı (Zincirbozan ikamet zorunluluğu) 1982 Anayasası’na aykırı olarak alınmıştır. Çünkü MGK’nın 1982 Anayasasını değiştirme yetkisi yoktur. MGK’nın kanunları ve 1961 Anayasasını değiştirebilmesi 1982 Anayasasını değiştirebileceği anlamına gelmez.”
“Sanıyorum ki asıl önemli olan bir Anayasa ihlalini de göze alarak, bir siyasi partinin kapatılmasına, on binlerce insana yeni siyasal hak yoksunluğu getirilmesine ve 16 kişinin toplumdan tecrit edilmesine niçin ihtiyaç duyulduğudur. Öyle anlaşılıyor ki, bu uygulama geçmişe dönük bir hesaplaşma hevesinden değil, geleceği biçimlendirme özleminden kaynaklanmaktadır. Siyasi parti kurucusu olarak 10 Ağustos 1983 tarihine kadar başvurulan 602 kişiden 343’ünün yani % 60’a yakınının veto edilmiş olması, MGK’nın milletvekili adaylarını veto edip parti listelerine aday yerleştirme yetkisini almış bulunması da gelecekle ilgili bir arayışın belirtileri sayılmalıdır. Galiba olağan döneme geçtikten sonra da toplumun kendi özgür ve bağımsız iradesi ile kendi yolunu çizmesinin sakıncalı olabileceği düşünülmekte, milletin güvenebileceği kişiler onun adına seçilmek istenmektedir.”
“Türkiye gibi hızlı bir kalkınma ve yapısal değişme sürecini yaşayan gelişme yolundaki bir ülkenin halihazır ve gelecekteki bunalımlarının tümünü bir askeri müdahale ile çözme hayalini ciddi ve sorumlu bir anlayışla bağdaştırmak mümkün değildir. Türkiye, Atatürklerin, İnönülerin önderliğinde asker-sivil yönetimleri 25 yılı aşkın bir süre denedikten sonra, demokratik rejimin kaçınılmazlığını yaşayarak görmüştür. 30 yıllık bir demokrasi deneyiminden sonra şimdi tekrar Türkiye yolunu arayan bir ülke durumuna sokulmamalıdır.”
“12 Eylül yönetiminin, milli iradenin onaylamak zorunda bırakılacağı tercihler yapmaya yöneltilmesi, ülkeyi büyük bunalımların içine sürükler. Bir kez böyle bir tercih yapıldıktan sonra bu tercihin reddedilmesinin de, kabul edilmesinin de ayrı ayrı sakıncaları vardır. Kimse kişisel tercihlerini milli menfaatlerin icabı haline dönüştürüp milli iradeyi zorlayamamalı, bu zorlamanın tahribatını Türk Milleti’ne ve onun kurumlarının sırtına yükleyememelidir.”
“Ülke olarak devasa sorunlarla karşı karşıyayız. Fakat ne bu sorunlardan, ne birbirimizden, ne de milletten korkmamıza gerek vardır. Büyün güçlükleri ancak milletin sevgisi ve desteğiyle aşabiliriz. Türkiye’nin aydınlık geleceği vehimlerle, kuşkularla, suçlamalarla ve zorlamalarla değil, sevgi ve güven duygusu ile özgür tartışma ile ve millet egemenliği inancı içinde demokratik uzlaşmalarla kurulabilir.”
“Avrupa’da 700 yıl önce Magna Carta, Habeas Corpus ile güvence altına alınan temel hakların Türkiye’de 1983 yılında ihlal edilmesi karşısında, hakları ihlal edilenlerin bile bu duruma itiraz edememeleri gibi bir ayıptan ülkemi korumak istedim. Gücüm bu kadarına yetti.”
*
Geleceğe doğru yön verebilmesi dileklerimle hepinize saygılar sunuyorum.