18 Eylül 2020 Cuma
Evet, Maskeli Şebnem’i hepimiz tanıyoruz.
Benim de Maskeli Şebnem hakkında söyleyeceklerim, muhtemelen hepimizin bildiği kadardır veya çok az daha fazlasıdır.
Ancak maske öncesi, liseli Şebnem’in hikayesinden bahsedeceksek, benden daha iyisini bulamazsınız.
Bu yazı, sınıf arkadaşımız ve can dostumuz Şebnem Köseoğlu’nu, ona yakışır şekilde anmak içindir ve 11 TM/B sınıfına ithaf edilmiştir.
Haydi başlayalım.
*
Hikayelerde de öyle değil midir, kişileri anlatmadan, karakteri analiz etmeden önce her zaman çevre anlatılır. Çünkü insan her zaman var olduğu çevresi ile şekillenmiştir.
İşte aynı bu nedenle Şebnem’i anlatmadan önce lise sınıfımızı anlamamız gerekir.
11 TM/B sınıfı, Ayşe Melahat Erkin Anadolu Lisesi’nin 2007 ve son mezunlarıydı. Daha sonra lise, çevreyolunun üzerinde Hasan Çolak ismiyle eğitim vermeye devam edecekti.
Eşit ağırlık alanında lisede önce tek bir sınıf vardı. Daha sonra idareciler 40’ı aşkın öğrenciyle iyi bir eğitim veremeyeceklerini fark etmiş olacaklardı ki, eşit ağırlık bölümü iki eşit sınıfa bölündü.
İşte eşit ağırlık B sınıfının kısa tarihi böyle başladı.
Sınıfın en belirgin özelliği içine kapanık bir çocuk gibi olmasıydı. Kendinden üst veya alt dönemleri pek tanımaz, pek de arkadaşlık kurmazdı. Tam karşısında A sınıfı vardı, belki o kadar.
Dostluklarını, paylaşımlarını kendi içinde yapardı. İşte bu nedenle tüm öğrenciler birbirini diğer sınıflara göre çok daha iyi ve samimi olarak tanırdı.
İşte bu sınıfın bu dışa kapalı olma özelliğini en çok bozan kişilerden biri Şebnem Köseoğlu’ydu. Hepimize oranla diğer yaş grupta daha fazla tanıdığı olanlardan biriydi. Yine de o da bir 11 TM/B öğrencisiydi ve doğal olarak vaktinin önemli bir bölümü bizlere aitti.
*
Sınıfta sıralar arka arkaya 5’erli olmak üzere toplam 3 gruptan oluşurdu. Biz sınıfın girişinde pencereye en uzak 5’li sıradaydık. En arka 2 sıra kendi içinde, diğer 3 sıra da kendi içinde takılırdı. İşte uzun zaman boyunca önemli paylaşımlar bu 3 sıradaki 6 kişi arasında paylaşıldı: Diyar, Egemen Buğra, Mehmet Can, Buğçe ve Şebnem.
Şimdi düşünüyorum da, ben koridora bakan taraftaydım, ama sanırım arka çaprazımda oturan Şebnem, duvar tarafında daha konforlu bir alana sahipti, çünkü oraya yaslanabilirdi. Zaten hepimizin kendine özgü bir çalışma stili vardı. Şebneminki hafif yan bir oturuş ve duvara yaslanma ile başlar, okul hırkasının kollarını parmakları görünmeyene kadar çekerek devam ederdi. Önünde önemli bir üniversite sınavı olan bir sınıf için bazen vücut dili de konuşmak kadar etkiliydi.
Diğer detaylara gelirsek, Şebnem açık ara sınıfın en yüksek sesli mp3 müzik çalarını kullanırdı. Test çözerken konsantre olmamız için müzik çalara izin verilmişti, Şebnem de nereden bulduğunu bilmediğimiz, ucuz ve dandik görünümlü, ama tam da istediğimiz sesi veren müzik çaların sahibiydi.
Kopya çeker miydi derseniz, evet. Tüm sınıfça ve belki de en fazla Şebnem tarafından üstüme yapıştırılan “İnek” lakabının hakkını verecek şekilde, bizim sıramız kopya dağıtım merkeziydi. Arka sıra da haliyle bu durumdan iyi bir şekilde faydalanmalıydı. (Elbette hiç dozunu kaçırmadığımızı da ifade etmem gerek.)
*
Gelelim biraz da işin psikolojik kısmına.
Şebnem’in hayatta en çok değer verdiği şey, herhalde onun doğum günleriydi. Öyle ki onun doğumgünü, bir sonraki doğumgününün 365 gün öncesiydi. Daha ilk günden saymaya başlardı. Zaten ilerleyen yaşlarda da liseden aldığı bu temeli arttırarak devam etmişti.
Diğer yandan, hepimiz gibi o da bir “ergen”di. Onun da ailesiyle bir kuşak farkı vardı. İsyanları, değiştirmek istedikleri, hedefleri… En çok da tam bir ablaydı. O ergenliğin içinde küçük kardeşi Meltem’le ilgili endişe duyardı, evde ona nasıl yansıttığını bilemem ama kardeşinin geleceğini çok önemserdi. İyi bir ablaydı.
En büyük hayali Ali Koç ile tanışmaktı. Şebnem benden de koyu bir Fenerbahçeliydi ama o dönem Ali Koç başkan değildi. Hayalini fazlasıyla gerçekleştirdi: Hem Fenerbahçe antrenmanlarına katıldı, hem de Ali Koç ile tanıştı. Ancak elbette hastalığıyla ilgili kampanyalarda onların da yer alacağını hiçbirimiz tahmin edemezdik.
Akademisyen olmak ister miydi, bence hayır. Girişimciydi, yeni şeyler duymayı, daha farklı noktalardan bakmayı severdi. Bu özelliğini de bence sıradan bir akademisyen olmayarak gösterdi. O öğrencileriyle iç içe daha farklı yapıdaki bir sistemin savunucusuydu.
Benzeri görüşü siyaset için de taşırdı. Ona göre herhalde en kötü şey “dostlar alışverişte görsün” siyasetiydi. Onun için bir siyasetçi sırf varlığı, birikimi ve tarzıyla sürekli yenilik getirecek ve kitleleri ciddi anlamda etkileyebilecek bir kişi olmalıydı. Lise sonraki görüşmelerimizde de politik yaklaşımım ve stratejimde onun görüşlerini de barındırdığımı itiraf etmem gerekir.
*
Her hikayenin bir sonu var. Maskeli Şebnem gerçekten çok ilham verici bir hikaye ve henüz daha bitmedi.
Ancak açık yüreklilikle söyleyeyim ki, maske öncesi Şebnem’in hikayesi, Maskeli Şebnem’den çok daha etkileyici. Denemek- yanılmak-hedeflemek-başarmak temelinde birlikte eğlenceli bir zaman geçirebildiğiniz bir arkadaşı her zaman bulamayabilirdiniz.
Şebnem’in hikayesinin, Şebnem’den sonra yazılacak kısmının ilk cümlesiyle bitirelim: Hep güzel anılarda hatırlanacaksın.