Sabah yine morali bozuk uyanmıştı.
Mesela bankadaki hesabında duran bilmem kaç milyon lira acaba bugün değer kazanmış mıydı?
Bu soru sabahtan beri kafasının içinde yankılanıp duruyordu.
Hemen cep telefonuna sarıldı, sürekli döviz, altın, faiz oranlarını takip ettiği siteden kontrol etti.
Oranlar aynıydı ama bunu bir de canlı olarak dinlese pek de fena olmazdı.
Direkt telefonu olan banka müdürünü aramayı düşündü önce, sonra vazgeçti, “çok mu paragöz olarak algılanırım” diye endişelendi.
Bu “evde kal” işinden sonra endişeleri giderek artıyordu.
“Döviz ve faizler düştüyse, çok çok üç beş yüz bin lira kaybetmişimdir, o da mühim değil” dedi içinden, pencereden dışarı bakıp sokakta çalışan belediye işçisini bir süre gözlemleyerek.
Aklına Pontiac arabası geldi, belediye işçisini seyrederken.
Geçen sene aldığı ama yolların bozukluğundan dolayı pek binemediği arabası.
Pontiac’ın anlamı ne olabilirdi ki?
Böyle masum merakları vardı onun da, yanında çalışan sıradan insanlar gibi.
Hemen internete girdi, Pontiac’ın anlamını sorguladı.
Arabayı ilk çizen mühendisin, çizdiği modeli arkadaşlarına tanıtırken yanında çalışan yaşlı zenci uşağa küçümseyerek sarf ettiği sözlerin baş harfleri olduğunu öğrendi.
Poor Old Negro, Think İt’s A Cadillac
Yani; Zavallı yaşlı zenci, bunu Cadillac zannetti!
O an aklına şu cümle geliverdi: “Zavallı belediye işçisi, zavallı esnaf, zavallı dar gelirli, ekmek parası için koronaya rağmen çalışmak zorundalar.”
Yurtdışı tehlikeliydi, keşke şu sıralar çoluk çocuğu alıp Bodrum’daki villaya mı gitseydi?
Şimdi villanın bahçesindeki ağaçların altında smoothie’sini yudumlarken o çok sevdiği yazarın romanını okumak, ara sıra bahçedeki portakal limon ağaçlarını sulamak, çimleri biçmek ne de zevkli olurdu.
Ama buradaki işleri kim kontrol edecekti?
Korona tehdidi geçinceye kadar evde kapalı kalmak çok zor geliyordu.
Yanında çalışan işçiler ne yapıyordu acaba?
Geçen ay, üniversiteden arkadaşının tavsiyesiyle işe aldığı müdürü pek gözü tutmuyordu.
Tamam, çocuğun tahsili, iş geçmişi falan iyiydi ama pek ısınamamıştı ona.
Acaba işleri yeterince kontrol edebiliyor muydu?
Hemen, geçen ay 16 bin liraya aldığı son model cep telefonunu açtı, güvenlik kameralarından işyerini kontrol etti, herkes masasındaydı, çalışıyordu, içi rahatladı.
Pek çok arkadaşı sırf şov yapmak için işçilerine ücretsiz izin vermişti, “Ben bunu yapmam. Normal zamanlarda nasıl ekmek veriyorsam, şu krizli günlerde onlar da şirketi ayakta tutmak için çalışacak” dedi, içindeki kapitalist ses.
İşler, ölüm haricinde asla durmamalıydı, hayat bisiklete binmek gibiydi, sürekli pedal çevirmek gerekliydi.
Karnının guruldadığını hissetti, buzdolabını açtı, haftada 300 Avro danışmanlık ücreti verdiği diyetisyeninin tavsiyesiyle dolaba istiflediği kaynamış mısırlardan birini aldı, tezgahtaki tuzu üzerine serpecekti ama “acaba tuz kuru mu?” diye düşündü.
Kontrol etti, evet, Himalayalardan özel getirttiği, kilosu 30 bin TL’cik olan kaya tuzu hayli kuruydu.
Mısırı dişlemeye başlamıştı ki gözü tv’deki haberlere takıldı. Sağlık Bakanı yeni ölüm oranlarını açıklıyordu.
Bugün kaç kişi ölmüştü acaba, daha kaç kişi ölecekti şu lanet virüs yüzünden.
Zaten canı sıkkındı, kumandanın off tuşuna basıp dış dünya ile tüm bağlantısını şak diye kesiverdi.
Çevresinde popülerdi, çünkü sıcakkanlıydı, buna inanıyordu.
Sosyal medyada çok takipçisi vardı.
Misal, yaşadığı şehrin en popüler kulüplerinde çektirdiği artistik pozlara yüzlerce beğeni, onlarca yorum geliyordu.
Gerçi beğenenlerin, yorum yapanların yarısından fazlası yanında çalışan personelden oluşuyordu ama olsundu, onlar da insandı ve ne kadar sevildiği buradan belliydi.
Nicedir sosyal medyada gözüne ilginç görüntüler takılıyordu.
Pek çok ünlü futbolcu, sanatçı, işadamı, evlerinde çektirdiği “Evde Kal” videolarıyla epey dikkat çekiyordu.
Kendi çevresinden, kendi sınıfından pek çok tanıdığı da sosyal medyada “evde ekmek yapma”, “çocuklarla ders çalışma” başlıklı videolar çekip sosyal medyaya atıp yüzlerce beğeni, onlarca yorum alıyordu.
Kendisi neden yapmasındı.
Acaba tuvalet kağıdı mı sektirseydi, ama o da artık çok banal olmuştu.
Hizmetçinin mutfak önlüğünü giyip ekmek yapmayı düşündü, mutfak işlerinde hiç de başarılı değildi, çünkü o başarılı bir işadamıydı, ondan da vazgeçti.
Önce, hiçbirine benzemeyen farklı bir slogan bulması gerektiğini düşündü.
Neticede özel, seçilmiş bir kişiydi.
Yoksa bunca servete, mala mülke nasıl sahip olabilirdi.
Düşündü, taşındı, farklı bir slogan bulamadı.
Şirketinin sosyal medya danışmanına sormayı düşündü, vazgeçti.
Günlerdir evden çıkamıyordu, buzdolabı ağzına kadar erzak doluydu ama sosyal medyada paylaşmak için zulada beklettiği fotoğraflar tükenmek üzereydi, yeni fotoğraflar çekmek için de evin içi uygun değildi.
Sonra aklına müthiş (!) bir fikir geldi.
Balkona çıkıp manzarayı arkasına alacak, tüm insanlığa evde kalmaları için buradan seslenecekti.
Adeta tüm insanlık bu anı bekliyor gibi, açtı telefonun kamerasını, bastı record düğmesine, “Ben ailem için, personelim için, komşularım için evde kaldım. Evde Kal Türkiye, hayat eve sığar” dedi, kayıt modundan çıktı.
Bu müthiş (!) videoyu hemen paylaşması gerekiyordu, çünkü acilen beğenilerin, yorumların gelmesi gerekiyordu.
Ne kadar sevildiğini, toplumdan ne kadar çok kabul gördüğünü bu yolla check edebilme şansı verdiği için Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg’e bir kez daha minnettar olduğunu hissetti.
Videoyu paylaştı, sonra telefonu salonun orta yerinde duran ve artık çok sıkıcı gelmeye başlayan koşu bandının telefon koyma aparatına yerleştirip gelen beğeni ve yorumları kontrol etmeye başladı.
Bir yandan saatte 10 kilometre koşuyor, bir yandan beğeni ve yorumlara göz atıyordu.
İlk önce, içinin hiç ısınamadığı işe yeni aldığı müdür, ardından müdür yardımcıları, asistanlar, çalışanlar, şoförü, fabrikanın gece bekçisi, takıldığı kulübün bol bahşiş bıraktığı garsonu, valesi bile beğendi.
Normal beğeni yapanlarla kalp işareti bırakanları hafızasının ayrı bir köşesine özenle not aldı.
Yorum yapan, kendisinden övgüyle söz edenleri zihnindeki not defterinin en üstüne yerleştirdi.
Şu lanet virüs ülkeden gidince ve ofise dönme vizesi çıkınca, videosuna kalp işareti bırakanlarla övgü dolu sözler yazanları, onlara bir kereliğine gülümseyerek ödüllendirecekti.
Mutluydu, bugün işi gücü bıraksa kendisini ömür boyu geçindirecek para bankada duruyordu.
Huzurluydu, 55 yaşında olmasına rağmen kendisi eve kapanmıştı ama işçileri onun daha fazla zengin olması için izin yapmadan, aynı ortamda çalışmaya devam ediyordu.
Peki, acaba kriz devam ederse bankadaki para yeterli olacak mıydı?
Hemen muhasebecisini aradı, mülkü kendisine ait dükkanlardan, iş hanlarından, gayrimenkullerden gelen kira ödemelerinde herhangi bir aksaklık olup olmadığını sordu.
Muhasebecisi kem küm etti, neredeyse yüzde 90’ının henüz ödenmediğini, sokakların boş olduğunu, işlerin yok denecek kadar az olduğunu söyleyen kiracıların ödemede güçlük çıkardığını, yapacak bir şey olmadığını ifade etti.
Bunları duyunca çıldırdı, az önce videoda kamu spotu veren o tatlı, şirin adam gitmiş, yerine kapitalizm ülke olsa oraya zalim bir kral olacak bir adam gelivermişti.
Muhasebecisini önce fırçaladı, kendi sınıfındaki kiracıları korumakla, işini düzgün yapmamakla itham etti, sonra şirketin avukatını aramasını, gerekirse tahsilat güçlüğü yaşatan kiracıları icraya vermekle tehdit etmesini istedi.
“Bana ne canım, onlar da olası krizleri öngörseydi, önlemlerini ona göre alsalardı” deyip, alt sınıfa mahsus olduğunu düşündüğü kahrolası vicdanını rahatlattı.
“Bu kadar spor yaptığım yeter” deyip duşa girecekti, göz ucuyla telefonuna baktı, “Evde Kal” içerikli videosu yeterince beğeni ve yorum almıştı.
“Toplum” sandığı sosyal medya hesabındaki tüm takipçilerinin onu ne kadar sevdiğini, onayladığını düşünüp bir kez daha ne kadar şanslı olduğunu hissetti.
“Birazdan rezidansın spor salonuna inip, spora inmiş komşularla sosyalleşirim” deyip banyonun yolunu tuttu.
O sırada muhasebeci, kendi sınıfına mensup kiracıları arıyor, birazdan şirketin avukatının kendilerini arayacağını söyleyerek son uyarılarını yapıyordu.
Herkes aynı gemideydi, ve fakat kimi makine dairesinde kir, pas, yağ içinde yaşamla boğuşuyor, kimi de güvertede smoothie’sini yudumlayıp şükela fanteziler peşinde koşuyordu.
Buzdağına çarpmaya az kalmıştı ama herkesin aynı ortamda bulunduğu geminin balo salonunda şenlik yeni başlıyordu.
-DEVAM EDECEK-
Alper Kutay – 01 Nisan 2020
ASAYİŞ
17 Kasım 2024ASAYİŞ
17 Kasım 2024MANŞET
17 Kasım 2024ASAYİŞ
17 Kasım 2024EKONOMİ
17 Kasım 2024ASAYİŞ
17 Kasım 2024ASAYİŞ
17 Kasım 2024